HÜRRİYET
25 Şubat 2012 Cumartesi
YALNIZLIK HALİ
'İnsan ancak herşeyini kaybettiğinde özgür olabilir' ne doğru laf…
Bizi bir yerlere, bir şeylere, bazı kişilere bağlayan nedenler var.
Bırakıp gidemiyoruz sırf bu nedenler yüzünden…
Etrafımızdakileri düşünüp duruyoruz,
Oysa ne kadar yalnızız bu kalabalığın, düşündüğümüz, sevdiğimiz insanların içinde…
Ne kadar yoksunuz anlaşılmaktan.
Ne kadar çaresiziz biz insanlar.
En iyi arkadaşlarımız, en iyi dostumuz, eşimiz, annemiz, babamız, sevgilimiz, kardeşimiz…
Yalnız olmamaya yetmiyor çoğu zaman.
Sadece yalnız görünmememizi sağlıyorlar.
Yanımızdalar sadece görüntü olarak…
Önce en yakınların anlamıyor seni annen baban kardeşin…
Sonra dostun kazığı atıyor, arkadaşın anlamıyor seni belki de sen kırıyorsun onun kalbini…
Yalnızlık…
Tesadüfen midir yoksa kader midir?
Vageçilmez son mudur?
Son değil de aksine başlangıç mıdır?
İnsan yalnız olduğunu anladığı an özgürleşir, gerçekleşir…
Yalnızlık paylaşılmaz derler,
Yalnızlık tesadüfen derler,
Yalnızlık ömür boyu derler,
Derler derler…
Sizin yalnızlığınız nasıl hiç düşündünüz mü?
Tesadüfen mi, kader mi?
Kimine göre kader kimine göre tesadüfen,
Bence herkesin yalnızlığı aynı, her yerde heran aynı…
Çünkü yalnızlık heran ve heryerde bizimle.
Uzmanlara göre bir insan ilk şokunu doğduğunda yaşıyor.
Kendine ait bir dünyası var anne karnında.
Ufak ve sıvı..
Duyduğu sesler, gördüğü kısıtlı alan, yediği içtiği 9 ay boyunca onunla…
Sonra başka bir dünyaya doğuyor.
Yaşamaya alıştığı sıvı yerini hava alıyor, ciğerleri yanıyor, ağlıyor…
Anne karnında görmediği şeyleri görüyor yaşamda, birinin kucağında buluyor kendini,
Sonra başkasının kucağında…
Kucaktan kucağa dolaşıyor.
Yaşama ayak uyduruyor.
Emeklemeyi, yürümeyi, konuşmayı öğreniyor.
Yalnız kalmamak için sosyalleşmek zorunda olduğunu anlıyor.
Oyunlar oynuyor.
Irk, dil, renk, görüş gibi farklarla karşılaşıyor yalnız kalıyor.
Birini seviyor karşılık göremiyor yalnız kalıyor.
Büyüyor büyüyor…
Sevdikleri ölüyor yalnız kalıyor.
Kalabalık içine giriyor bir sürü farklı düşüncede yalnız kalıyor.
İlk şokunu doğumla yaşayan insan, üst üste yalnızlık şokları yaşıyor.
Ve sonra ölüm denilen yalnızlıkla toprak oluyor insan.
İnsan ölünce yalnız mı kalıyor bilinmez,
Ama arkasında bıraktığı insanların yalnız kaldığı kesindir..
Son yalnızlığı da yaşayıp göreceğiz!
Ne yaparsak yapalım yalnızız…
Neyseki 'Yalnızlıkta yalnız değiliz…' Bu kendimizi yalnız hissetmediğimiz tek şey sanırım.
Çağıl Fenike
Bizi bir yerlere, bir şeylere, bazı kişilere bağlayan nedenler var.
Bırakıp gidemiyoruz sırf bu nedenler yüzünden…
Etrafımızdakileri düşünüp duruyoruz,
Oysa ne kadar yalnızız bu kalabalığın, düşündüğümüz, sevdiğimiz insanların içinde…
Ne kadar yoksunuz anlaşılmaktan.
Ne kadar çaresiziz biz insanlar.
En iyi arkadaşlarımız, en iyi dostumuz, eşimiz, annemiz, babamız, sevgilimiz, kardeşimiz…
Yalnız olmamaya yetmiyor çoğu zaman.
Sadece yalnız görünmememizi sağlıyorlar.
Yanımızdalar sadece görüntü olarak…
Önce en yakınların anlamıyor seni annen baban kardeşin…
Sonra dostun kazığı atıyor, arkadaşın anlamıyor seni belki de sen kırıyorsun onun kalbini…
Yalnızlık…
Tesadüfen midir yoksa kader midir?
Vageçilmez son mudur?
Son değil de aksine başlangıç mıdır?
İnsan yalnız olduğunu anladığı an özgürleşir, gerçekleşir…
Yalnızlık paylaşılmaz derler,
Yalnızlık tesadüfen derler,
Yalnızlık ömür boyu derler,
Derler derler…
Sizin yalnızlığınız nasıl hiç düşündünüz mü?
Tesadüfen mi, kader mi?
Kimine göre kader kimine göre tesadüfen,
Bence herkesin yalnızlığı aynı, her yerde heran aynı…
Çünkü yalnızlık heran ve heryerde bizimle.
Uzmanlara göre bir insan ilk şokunu doğduğunda yaşıyor.
Kendine ait bir dünyası var anne karnında.
Ufak ve sıvı..
Duyduğu sesler, gördüğü kısıtlı alan, yediği içtiği 9 ay boyunca onunla…
Sonra başka bir dünyaya doğuyor.
Yaşamaya alıştığı sıvı yerini hava alıyor, ciğerleri yanıyor, ağlıyor…
Anne karnında görmediği şeyleri görüyor yaşamda, birinin kucağında buluyor kendini,
Sonra başkasının kucağında…
Kucaktan kucağa dolaşıyor.
Yaşama ayak uyduruyor.
Emeklemeyi, yürümeyi, konuşmayı öğreniyor.
Yalnız kalmamak için sosyalleşmek zorunda olduğunu anlıyor.
Oyunlar oynuyor.
Irk, dil, renk, görüş gibi farklarla karşılaşıyor yalnız kalıyor.
Birini seviyor karşılık göremiyor yalnız kalıyor.
Büyüyor büyüyor…
Sevdikleri ölüyor yalnız kalıyor.
Kalabalık içine giriyor bir sürü farklı düşüncede yalnız kalıyor.
İlk şokunu doğumla yaşayan insan, üst üste yalnızlık şokları yaşıyor.
Ve sonra ölüm denilen yalnızlıkla toprak oluyor insan.
İnsan ölünce yalnız mı kalıyor bilinmez,
Ama arkasında bıraktığı insanların yalnız kaldığı kesindir..
Son yalnızlığı da yaşayıp göreceğiz!
Ne yaparsak yapalım yalnızız…
Neyseki 'Yalnızlıkta yalnız değiliz…' Bu kendimizi yalnız hissetmediğimiz tek şey sanırım.
Çağıl Fenike
BU NASIL SEVGİ
Bir şiirimde şöyle demiştim:
Koyunu seviyorsun
Kurban ediyorsun
Horozu seviyorsun
Kesip yiyorsun
Kuşu seviyorsun
Kafeste hapsediyorsun
Sakın böyle sevme beni
Aman ne olursun!
Sevgimiz, aşkımız budur bizim. Sevdiklerimizi nazla, kaprisle, kıskançlıkla canlarından bezdiririz, sevdiklerine seveceklerine pişman ederiz. Kara zindanlara atarız bencil tutkularımızla, ah of çektirmekten, bunaltmaktan adeta zevk alırız. Sevgimizle öldürürüz sevdiklerimizi ya da yaşayan ölü haline getiririz. Gelin bu duygumuzu da şöyle şiirleştirelim:
Balığın Kaderi
Seni o kadar severiz ki
Ya akvaryumda hapsederiz
Ya da avlar yeriz!
Kusura bakma
İnsanız biz
Yamyamdır sevgimiz!
Ana baba evladı arasında da görülür bu çeşit bir sevgi(!)...
Oysa sevgi, aşk özveri, erdem ve güzellik demektir. Birbirimizin başını yemek, kafa ütülemek, sadece kendini düşünmek değildir. Hoşgörü ve emektir, ben değil biz demektir.
Gönül bahçesine çiçek dikmektir.
ERHAN TIĞLI
YAŞAMAYA DAİR
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani,
yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün
yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en
güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yani ağır bastığından.
Nazım Hikmet
GÜÇLÜ KADINLAR
Güçlü kadınlar vardır, her işlerini kendileri halletmeye çalışan. Anne
babaları tarafından böyle yetiştirilen. Onlar kendi paralarını
kendileri kazanmak isterler. Evdeki tüm tamirat, tadilat işlerinden
anlarlar. Bir erkeğe mecbur kalmadan da hayatlarını devam
ettirebilirler. Faturalarını kendileri yatırırlar. Hemen hemen tüm
işlerini kendileri yaparlar. Hatta etraflarının yükünü de üstlenirler.
Özgürlüğü severler, dik durmayı da, güçlüdürler çünkü...
Âşık olduklarında hissederek yaşarlar. Aşklarına kurallar koymadıkları
gibi büyük beklentilere de girmezler. Sevdiklerine problem
çıkarmazlar. Bütün gün çalışıp durduktan sonra,akşamları yorgun da
olsalar sevgilileri buluşalım dediğinde, hemencecik hazırlanıp
sevgililerinin onları evden almalarına gerek kalmadan, o her neredeyse
onun olduğu yere giderler.
Çoğu zaman sevgililerinin ya da kocalarının haberi bile olmaz
yaşadıkları sıkıntıdan, yansıtmazlar çünkü. Para var mı, işyerinde
sıkıntı mı oldu, birine canı mı sıkıldı, hiç bunlarla yormazlar
birlikte oldukları erkeği. Çünkü istemezler kimse onlara acısın.
Sonra da bir bakarlar ki, bu kadar dik durmanın ve sorun çıkarmamanın
karşılığında gerçekten de kimse onlara acımaz. Bu durum zamanla
gelenekselleşir ve acınmama ile sorun çıkarmama hali yaşam tarzına
dönüşür. Ezkaza dayanamayıp sorunlarını paylaşmaya kalksalar, bu sefer
de sorunlu kadın, kaprisli kadın, tahammül edilmez kadın damgasını
yerler. Bu yüzden de terk edildiklerinde bile hiç seslerini çıkarmaz
bu güçlü kadınlar! Terk eden erkek de bilir onun ne kadar güçlü
olduğunu ve onsuz da yaşayabileceğini, içinde yaşadığı fırtınalardan
bihaber.
Sonra bir dosttan, eşten, ya da tanıdıktan duyarlar ki onu terk eden
gitmiş erkeğe muhtaç yaşamak zorunda olan biriyle beraber olmaya
başlamış. Erkekler çok severler böyle kadınları. Birinin ona muhtaç
olduğunu görmek bir çok duygusunu okşar erkeğin.Onlara kendini erkek
gibi hissettirir! Bu zayıf kadınlar erkeklere bağımlıdır.
Mesela fatura filan yatıramazlar, anlamazlar çünkü. Nerden yatırılır
onu da bilmezler. Ev ya da yemek alışverişi de yapmazlar, çünkü
taşıyamazlar onca torbayı. Hep yorgun olurlar, bütün gün spor
salonları, kuaför, o mağaza, bu mağaza gezerler. Akşama yemek yapmayafırsat bulamazlar. akşam eşleri eve geldiğinde, bugün nereye yemeğegidelim, diye sorarlar. En kötü ihtimal dışar dan yemek söylerler.
Zayıf kadınlar doğurdukları çocuğa bakacak gücü de kendilerinde
bulamazlar, pamuklar içinde yaşamaya alışmışlardır bir kere.
Kendilerini hep altın tepsi içinde sunarlar. Huysuzluk da ederler, ama
bu erkeğin hoşuna gider, çünkü kadın ona muhtaçtır, söylenmeyen güçlü
kadının aksine, hiçbirşeyi beğenmedikleri gibi devamlı da
mutsuzdurlar. Pek teşekkür etmezler, kıskançlık krizlerini de severler
Kocasının ve sevgilisinin hayatlarını karartırlar. Erkekler bu
kadınları asla terk edemezler. Çünkü o güçsüz, kırılgan bir kadındır.
Ayrılırsa kurda kuzuya yem olur. Koruyup kollanmalıdır her an o!
Zayıf kadınlar hiç çökmez, buruşmaz ve yıpranmazlar. Ancak işin ilginç
yanı her zaman daha değerli olanlar da onlardır. Ve geride kalan güçlü
kadınlar tüm bunların nasıl gerçekleşebildiğine sadece bakakalırlar.
YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.ATAOL BEHRAMOĞLU
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.ATAOL BEHRAMOĞLU
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)