HÜRRİYET

28 Mart 2013 Perşembe

YETER ARTIK


Kapı çalar gider açarsın, karşında bir bayan "Ben Devlet İstatistik enstitüsünden geliyorum, size bir defter vereceğim bir ay boyunca tüm harcamalarınızın hepsini kaydedeceksiniz sonra sizden o defteri alacağız." der ve bunu devlet adına yaptığım için zorunlusunuz diye ekler.......YETER ARTIK GEREĞİ KADAR FİŞLENDİK YEDİKLERİMİZİ, İÇTİKLERİMİZİ, GİYDİKLERİMİZİDEMİ FİŞLEYECEKSİNİZ. Günde kaç kere nefes aldığımıda sorun bari... Böyle bir ankete hiç lüzum yok Devlet Efendi asgari ücret belli ev kiraları belli, ısınma, elektirik, su, yiyecek fiatları belli, siz neyin araştırmasını yapıyorsunuz anlayamadım...

1 Kasım 2012 Perşembe

YEŞİLİMDEN ÇEK ELLERİNİ

Yok olan dünyamızı biraz daha yok etmeyin.  YEŞİLİMDEN ÇEK ELLERİNİ, rahat bırak doğduğum büyüdüğüm şehrimi. Rahat bırak ormanlarımı rahat bırak gökyüzümü, rahat bırak ki gelecek nesiller ormanı ağacı tanısın. Rahat bırakın insanlar nefes alsın.



Torunlarımız, doğa ve dünyamız için bir imza LÜTFEN...

http://www.change.org/tr/kampanyalar/a%C4%9Fao%C4%9Flu-holding-1453-protesto-istanbul-uyan-kabusun-ger%C3%A7ek-oluyor




9 Ekim 2012 Salı

İLK KADIN HAKİM ADALET YILMAZ


Yaşlı kadın yatağından kalktı.
Sabah ezanının insan ruhuna huzur veren sesi oda içinde yankılanıyordu.
88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açması ile birlikte odaya ezan sesi ile birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu.

Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkına bakarak yaşlı ciğerlerine sabahın ılık esintisi ile doldurdu. Abdestini aldı, sabah namazını kıldı. Mutfağa yöneldi. Çayla birlikte bir iki lokma bir şeyler atıştırdı.
Oturma odasına yöneldi. Eski bir fiskos masasının yanındaki koltuğuna ilişti.
Masanın üstü çerçeveler ile doluydu. Bir tanesine uzandı, camının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı.
Çerçevenin içindeki fotoğrafta İstiklal madalyalı kara yağız bir adamla, makyajsız olmasına rağmen güzelliği göz alan bir kadın birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı.

Yaşlı kadın ‘Günaydın Anne, Günaydın Baba’ dedi. Usulca yerine koyduğu çerçeveye bir bakış daha attıktan sonra başka bir çerçeveyi eline aldı.
Bu siyah beyaz fotoğrafta da subay üniformalı bir adamla bir gelin yan yana duruyorlardı. Yaşlı kadın çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü. ‘Günaydın Kocacığım’ dedi. Kadın bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra üçüncü ve son çerçeveye uzandı.
Artık gözlerinden yaş damlıyordu. Fotoğraftaki biri erkek diğeri kız çocuklara bakıp ‘Günaydın Evlatlarım’ dedi.
Tüm çerçevelere kısaca göz atıp ‘Sizleri, hepinizi çok özledim’ dedi.

Gözlerinde biriken yaşları sildi. Artık ağlamak için bile yaşlı hissediyordu kendini. Ağır ağır doğrulduğu koltuğundan eski telefonuna doğru yöneldi. Ağır ağır numaraları çevirdi. Karşısına çıkan adama ‘Bir taksi istiyorum’ dedi ve adresi verdi. Kapısını kilitleyip, apartman merdivenlerine yöneldi. Yıllarca çekmediği zorluk kalmamıştı ama şimdi bu merdivenler hayatının en büyük engeli olmuştu. Ağır ve dikkatli bir biçimde iniyordu.

Sabırsızlanan taksi şoförünün çaldığı korna sokağı inletiyordu. ‘Patlama be adam’ dedi. Nihayet taksiye binebildi.
’Teyze hoş geldin’ dedi 25-30 yaşlarındaki şoför. ‘Nereye gidiyoruz?’
Kadın kısa bir sessizliğin sonunda ‘Tüm bir gün beni taşırmısın?’ diye sordu.
‘Sana 500 lira veririm.’
Adam küçümser bir gülümseme ile, ‘Mal sahibi benden her gün 500 lira istiyor teyze’ dedi.
Kadın gülümsedi
‘O zaman sana 650 lira vereceğim ne dersin?’
‘Kurtarmaz ama senin güzel hatırını kırmayayım. İlk önce nereye gideceğiz?’
‘Anıtkabir’e’
‘Anıtkabir’e mi?
‘Evet’
‘Tamam teyzeciğim’
‘Yaş kaç teyzeciğim?’
‘Seksen sekiz’
‘Maşallah Allah uzun ömür versin teyzeciğim’
‘Allah sağlıklı mutlu ömür versin oğlum’
‘Haklısın teyzecim’

Taksi Anıtkabir’in kapısına gelmişti. Şoför ‘Teyzeciğim geldik’ dedi. Dalgın görünen kadın ‘Evladım burada yardımına ihtiyacım var’ dedi. ‘Benimle gel’ Adam şaşırmıştı. ‘Tabii teyze’ dedi. Kuşkulu gözlerle ‘Bizi buraya alırlar mı?’ diye sordu.

O ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda irkildi. Gözlerinden ateş fışkırarak ‘Ne demek almamak? Sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?’ dedi ‘Hayır’

‘Kaç yıldır Ankara’da yaşıyorsun?’
‘Ben Ankaralıyım teyze. Doğma büyüme’
‘Ee o zaman’
‘Ne bileyim bir kez okulla gelmiştik bayramda. Bayram olmayınca burası kapalı sanıyordum ben’
Kadın sinirli bir şekilde kafa salladı.

Şoför utanmıştı. Mozoleye çıkan mermer merdivenlere kadar konuşmadılar. Merdivenlere geldiklerinde Şoför kuşkulu bir şekilde

‘Nasıl çıkacaksın Teyze?’ diye sordu.
‘Her ay nasıl çıkıyorsam öyle’
‘Her ay geliyormusun?’
‘Evet’

Uzun bir uğraşla merdivenleri çıktılar. Mozoleye doğru ağır ağır ilerlediler. İçerisi çok serindi. Şoför büyük bir azimle yürümeye çalışan kadının koluna girmişti. Kadının nefes alışları sıklaşmıştı. Nihayet mozolenin önüne geldiler. Kadın şoförün kolundan ani bir hareketle kurtuldu. Çantasını açtı. Tek bir karanfil çıkardı. Mozoleye doğru ilerledi. Çiçeği mozoleye koydu. Şoför şaşkınlıkla olayı seyrederken kadının ağzından şu sözlerin döküldüğünü fark etti.
‘Hayatım boyunca sana verdiğim sözü tutmak için çalıştım’. Ağır ağır geriye çekilen kadın ellerini açıp Fatiha okumaya başladı. Şoför kısa bir şaşkınlığın ardından ona katıldı. Kadın bir anlık suskunluktan sonra, ‘Hadi gidelim’ dedi.

Geldiklerinden çok daha ağır bir şekilde arabaya döndüler. Şoför kadının durumundan endişelenmeye başlamıştı.
‘Yoruldun mu Teyze’ dedi.
Kadın sustu.
Bir süre suskunluktan sonra ‘Evet hem de çok yoruldum’ diye cevapladı. Nereye gidiyoruz?’

‘Bankaya’!

Şoför arabasındaki kadının herhangi biri olmadığını anlamıştı. Bu yaşlı kadının Atatürk’e verdiği söz ne olabilirdi? En sonunda dayanamadı.

‘Teyzeciğim bir şey sorabilirmiyim?’
‘Sor bakalım evladım’
‘Anıtkabir’de Atatürk’e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. O söz nedir?’
‘Uzun hikaye evladım’
‘Olsun be teyze anlat ne olur’

‘Ben lisedeyken bizim okulumuza gelmişti Atatürk. Beni de ona çiçek vermek için seçmişlerdi. Çiçeği verdiğimde bana ismimi sordu. Bende ‘Adalet’ dedim. Bunun üzerine ‘Ne güzel ismin varmış’ dedi. ‘Okulu bitirince ne olacaksın’ dedi bana. Hemşire dedim. Oda ‘Güzel meslek ama bence sen Hakim ol ismine çok yakışır’ dedi. Ben kadından hakim olmaz ki dedim. Kaşlarını çattı, ‘Sen istedikten sonra olur. Senden söz istiyorum hakim olacaksın’ dedi .’

‘Sen ne dedin peki?’
‘Mustafa Kemal emretmiş ne denir? Söz verdim.’
‘Peki olabildin mi Adalet Teyze?’
‘Evet ben Cumhuriyetin ilk kadın hakimlerindenim.’
‘Vay be. Sende ne hikaye varmış Adalet Teyze’

‘Herkesin bir hikayesi vardır evladım. Herkesin hikayesi de kendine göre değerlidir. Eğer insanların hikayelerini bilip anlayabilirsen insanlara daha anlayışlı davranabilirsin’ ‘Haklısın Adalet Teyze. Bu banka mı gelmek istediğin’?

‘Evet’!
‘Yardım edeyim mi? Bende geleyim mi?’
‘Hayır. Sen burada bekle lütfen.Bu arada adın neydi evladım?’
‘Osman teyzeciğim’
‘Tamam Osman. Beni 45 dakika kadar sonra buradan al olur mu?’
‘Tamam teyzeciğim’!

Adalet hanım bankadan içeri girdi. Osman öğlen saatinin geldiğini
fark edip yemeğe gitti. Yemek boyunca Adalet hanımı düşündü.
‘Kim bilir neler yaşamış, neler görmüştür’ diye düşündü. Tam vaktinde bankanın önündeydi. Adalet hanım 15 dakikalık gecikme ile geldi.

‘Hoş geldin Hakim Teyze’
‘Çok uzun zamandır bana Hakim denmemişti.’
‘Hoşuna gitmediyse söylemeyeyim?’
‘Yok aksine hoşuma gitti. Sağol’
‘Nereye gidiyoruz?’
‘Seyranbağlarına’
‘Tabii’
‘Hakim Teyze çok yer gezmişsindir sen’
‘Tüm Anadolu’yu karış karış gezdik rahmetli kocamla’
‘Ne iş yapardı amca?’
‘Subaydı.’
‘Ne zaman vefat etti?’
‘1952′de’
‘Çok olmuş.Gençmiş’
‘Kore savaşında şehit oldu.’
‘Allah rahmet eylesin Hakim teyze’
‘ Sağol’
‘Seyranbağları’na geldik nereye gideceğiz?’
‘Sağa sap. İkinci binanın önünde dur.’
‘Tamam.Buyur Hakim Teyze.Geleyim mi ben’ ‘Yok bekle burada’

Osman beklemeye başladı. Bir ara merak etti. Binanın uzaktan görünen levhasına baktı. ‘Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu’ yazısını okudu. Anlam veremedi. ‘Bu kadın burada ne yapar ki?’ diye düşündü.

Yarım saat sonra Adalet hanım göründü. Yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı. Adalet hanımı arabaya ağır ağır bindirdi. Kadın ‘Adalet Hanım size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her zaman yanımızdasınız. Kızlarda sizi çok seviyor. Ne olur arayı çok uzatmayın. Yine gelin’ dedi.

Adalet hanım, buğulu gözlerle ‘İnşallah. Kızlara selamımı söyleyin. Bende onları çok seviyorum. Onlara iyi bakın’ dedi.

Araba hareket etti.

‘Nereye Hakim Teyze?’
‘Hemen iki sokak öteye’

Osman iki sokak ötede bu sefer başka bir binanın önüne park etti.
Bu binada da ‘Ankara Seyranbağları Huzurevi’ yazıyordu.

‘Bekle beni’
‘Tabii Hakim Teyze’

Yine 1 saate yakın bir bekleyişin sonunda bu sefer etrafında bir çok yaşlı kadın ve adamla çıkageldi Adalet Hanım. Sarılıp
öpüştükten sonra oradan ayrıldılar. Osman dikiz aynasından Adalet Hanım’ın gözlerinden akan yaşları fark etti.

‘İyi misin Hakim Teyze’
‘İyiyim Osman. Eski dostları görünce insan bir hoş oluyor’
‘Nereye gidiyoruz?’
‘Cebeci Asri Mezarlığına’
‘Tamam’
‘Teyze nerelisin sen?’
‘Aydın Sökeliyim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev hanımıydı. Sonra Kurtuluş Savaşı oldu. Babam savaşa gitti. Söke işgal oldu. Biz dağlara kaçtık annemle. Saklandık dağ köylerinde. Savaş bitince Söke’ye döndük. Allah’a Şükür Babam’da sağ salim döndü savaştan.’
‘Sonra ne oldu?’
‘Liseye Aydın’a gönderdi babam. Orada Atatürk’le karşılaştım. Sözümü tutmak için İstanbul’a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada rahmetli eşimle karşılaştım. O Harbiye’de okuyordu o zaman. Mezun olunca evlendik..’
‘Çocuğunuz var mı?’
‘Bir kızım bir oğlum vardı.’
‘Neredeler şimdi?’
‘Oğlum dışişlerinde çalışıyordu.’
‘Ne güzel’
‘1978′de Fransa’da Ermeniler öldürdüler.’
‘Üzüldüm Hakim Teyze. Başın sağ olsun. O da babası gibi şehit oldu yani’ Evet. Şehit babanın şehit oğlu. Allah kimseye evlat acısı vermesin.’
‘Amin. Ya kızın?’
‘O eşi ve çocukları ile İzmit’de yaşıyordu. Öğretmendi. 1999'da depremde hepsi vefat ettiler.’
‘Allah rahmet eylesin.Boş boğazlılığım ile üzdüm seni Hakim Teyze kusura bakma’
‘Sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım.Sen üzülme sağol’
‘Geldik Teyze’
‘Tamam evladım. Al işte paran artık gidebilirsin.’
‘Hakim teyze buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyeyim eve bırakayım.’
‘Yok beni alacaklar buradan’
‘Hakim Teyze bu para fazla. Kusura bakma ben sana yalan söyledim.
Taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350 ‘yi ona veririm. Gerisi kalsın.
Bende para istemem. Bugün senden aldığım hayat dersinin parasal karşılığı yok zaten.’
‘Çocukların var mı?’
‘İki tane ellerinden öperler.’
Taksinin güneşliğinden çocuklarının resimlerini çıkarıp gösterdi.
‘Adları nedir?’
‘Kemal ve Ayşe’
‘Oğlumun adı da Kemaldi.’
Sessizliğin ardından Osman’ın elindeki parayı ittirdi Adalet Hanım..
‘Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama yalansız, dolansız, çok çalışarak helal lokma ile büyüt ve okut.
Atatürk’ün bana yaptığı gibi içlerindeki gücü fark etmelerini sağla.
Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.’

Osman Adalet Hanımın ellerine sarılıp öptü. Ona iyi evlatlar yetiştireceğine söz verdi.
Adalet hanım mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken; Osman yaşlı gözlerle onu izliyordu.
Hayatının en büyük dersini kendisi küçücük, yüreği yaşadığı acılara rağmen kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştı.
Osman arabasını mal sahibine götürmeye karar verdi. Bu gün daha fazla çalışamazdı.

Ertesi gün Ankara’da garip bir yağmur yağıyordu. Sanki gök delinmişti. Osman taksiyi mal sahibinden almış, durağa gelmişti.
Çay ocağının yanında duran gazeteyi aldı. İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi.
Siyaset doluydu gazete. Hiç anlamazdı. Sıkılıp adli olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açtı. Taksiciler arkadaşları ile ilgili kötü haberleri genellikle oradan alırlardı.
Göz gezdirirken bir haber dikkatini çekti:
’Dün gece geç saatlerde Cebeci Asri mezarlığında bulunan cesedin Cumhuriyet tarihinin ilk Kadın Hakimlerinden Adalet YILMAZ’a ait olduğu belirlendi. Adalet YILMAZ’ın bulunduğu yerdeki mezarların eşine ve oğluna ait olduğu belirlendi. YILMAZ vefat ettiği gün bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye bölerek Seyranbağları’ndaki bir kız yetiştirme yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi. Polis, Adalet YILMAZ’ın mezarlığa ölmek için gittiğini düşünüyor.’

Osman bir anda sarsıldı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Taksici arkadaşları hiçbir şey anlamadılar.
Bir daha da hiç anlatmadı Osman bu yaşadıklarını.
Herkesin tek bildiği Osman’ın bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında
’Gökler bile sana ağlıyor’ diyerek ağladığıydı..
.
.
İşte bu günlerde de adalet ağlıyor









BARDAĞI YERE BIRAKIN BUGÜN


Profesör elinde içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı. Herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ve ardından sordu.
-"Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?"
-50gm!' .... '100gm!' .....'125gm'..diye öğrenciler yanıtladı.
-"Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem, " dedi profösör, "ama, benim sorum şu ki :"Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?"
-''Hiçbir şey'' diye yanıtladı öğrenciler.
-"Tamam peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?" diye sordu profesör bu kez.
-"Kolunuz ağrımaya başlardı efendim" diye öğrencilerden biri yanıtladı
-"Haklısın, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam ne olurdu?"
-"Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı, batar vs. gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!".
Tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler.
-"Çok iyi. Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu?"diye sordu profesör.
-"Hayır." diye yanıtladı herkes.
-Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?
Öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar.
-"Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?"diye tekrar profesör sordu.
-"Bardağı bırakın düşsün!" diye öğrencilerden biri yanıt verdi.
-"Kesinlikle! " dedi, profesör.
"Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsın. Bir sorun yokmuş gibi görünür. Uzun bir süre düşünürsün. Başınız ağrımaya başlar.Daha uzun düşünün. Artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana neden olur.Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir,Fakat DAHA ÖNEMLİSİ onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır (bardak gibi). Bu şekilde strese girmez, ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz!

"Bardağı yere bırakın bugün!"



8 Ekim 2012 Pazartesi

İSİMLERE DİKKAT

Yrd. Doç. Dr. Öztürk, çocuğa isim vermenin kültürel, sosyal ve dini açıdan önemli bir konu olduğuna işaret etti. Pek çok ailenin Kur'an-ı Kerim'de geçen isimleri çocuklarına vermek istediklerini söyleyen Öztürk, Kur'an'da geçen her kelimenin ise isim olarak konulamayacağını hatırlattı. Günümüzde yaygın olan ve Kur'an'da geçtiği için konulan çok sayıda ismin anlamının yanlış olarak bilindiğini, gerçek anlamlarının ise isim olarak verilemeyeceğini ifade eden Öztürk, çocuklarına Kur'an'dan isim koymak isteyen aileleri seçici davranmaları konusunda uyardı.

ANLAMLARI BİLİNMEDEN İSİM VERİLİYOR
Kuran'dan isim konulurken seçilen kelimenin gerçek anlamının öğrenilmesi için uzman kişilere danışılmasını tavsiye eden Öztürk, isim kitaplarında veya internette geçen adların anlamlarının da irdelenmesini istedi.
Öztürk, şöyle devam etti:
“Aileler çocuklarına Kuran'dan isim koymak isterken ismin anlamına çok dikkat etmeliler. Mesela Sanem ismi çocuğa verilmemeli,Sanem, put demektir, Aleyna sıkça duyduğumuz bir isim ama anlamı üstümüze bela, sıkıntı aksın demektir. Kuran'da geçen her kelimenin isim olmayacağı bilinmelidir. Kur'an-ı Kerim'de geçen her kelime 'Bu Kuran'da geçiyor isim olur” mantığıyla çocuklara verilmemelidir. Kur'an'da geçen kelimelerin anlamı iyi bilinmelidir. Kezban ismi Kur'an'da geçiyor diye veriliyor. Oysa Kezban yalancı demektir. Çocuğa bu ismi koyarsanız, 'yalancı, yalancı' diye çağırmak zorunda kalırsınız. Aleyna 'üstümüze bela sıkıntı aksın', Bekir,'deve yavrusu' demektir. Hz. Ebubekir'in ismi Abdullah'tır Ebubekir lakabıdır. Bu husus karıştırılmamalıdır. Rumeysa 'gözü çapaklı kadın' demektir. Hüreyre, 'kedicik' demektir. Kayra eski Türk mitolojisinde 'tanrı' demektir, Allah'tan başka ilah mı olur? Çocuğa tanrı ismi konulmamalıdır. Melis, Yunan mitolojisinde 'tanrıça' demektir, şişman ve tembel anlamlarına da gelir. Erçin 'ücret' anlamına gelir. Bir insanın ücreti olamaz.”

MEKRUH İSİMLER
Dinen mekruh sayılan isimler de olduğunu vurgulayan Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Resul, Nebi, Cebrail, Azrail, Mikail, İsrafil isimleri konulmamalı, hoş değil. Samet ismi, hiç kimseye muhtaç olmayan demektir. Bu sadece Allah'a mahsus bir durumdur, isim olarak kullanılamaz. Gülsüm gariban, zavallı kimsesiz anlamındadır. Julide Farsça'da dağınık, perişan demektir. Cennet bahçesi olarak bilinen İrem ise Allah'ın gazabına uğrayan sahte cennettir. Bade ismi içki demektir. Hannas ismi şeytanın ismi. Alara, Rosa, İleyda bunlar İslam isimleri değil gayrimüslim isimleridir ve çocuklara konulmamalıdır. Anlamı kötü olan, anlamsız şeyler de çocuklara isim olarak konulmamalıdır.”

İSİM HER DİLDEN OLABİLİR
Yrd. Doç. Dr. Öztürk, “İsim her dilden olabilir. Yeter ki anlamı güzel olsun, yaşadığı toplum ve kültüre yabancı olmasın” dedi.
Barış, Mert, Özgür, Sevgi gibi isimlerin kullanılabileceğini, aynı şekilde Kerim, Macit, Zeynep, Hasan, Abdullah, Kevser, Abdurrahman gibi isimlerin çocuklara verilmesinde bir sakınca olmadığını aktaran Öztürk, isimlerde Allah'a kulluğun ifade edilmesi gerektiğini vurgulayarak, İslam büyüklerinden hatıra kalan isimlerin kullanılabileceğini, halk arasında yaygın olan Fatma, Ayşe, Ahmet, Mehmet, Muhammet, Mustafa, Zeynep gibi isimlerin de benimsendiğini söyledi.



http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21648528.asp





6 Ekim 2012 Cumartesi

PAULO COELHO (ELİF)




*  Geçmişi bu güne taşıyarak geleceği şekillendirebileceğini anlıyorsun. Geçmiş ve gelecek sadece bizim belleğimizde mevcuttur. Oysa, şimdiki zaman, zamanın ötesindedir. Şimdiki zaman sonsuzluktur. "Bu günü etkileyen, geçmiş hayatında yaptıkların değildir. Asıl bugün yaptıkların, geçmişte yapılanları telafi eder ve mantıkende geleceği değiştirir."

*  Tanrı gönül gözümüzü ancak bir şeylerin değiştirilmesini arzu ettiği anda açar.

*  Sözler kağıda dökülmüş gözyaşlarıdır. Gözyaşları akan sözlerdir. Onlar olmasa sevincin ışıltısı olmaz, hiç bir üzüntünün sonu gelmez. Bundan dolayı, göz yaşlarınız için sağ olun.



ARKA KAPAK

“Hilal’e isminin anlamını sordu; Türkçede ayın ilk günlerinde aldığı yay biçimi demektir. Ülkemin bayrağında da vardır hilal...”

Elif’in başkahramanı dünyaca meşhur yazar Paulo Coelho, bir süredir bilgelik yolunda gelişmesinin durduğunu hissetmektedir. Belki de yapması gereken tek şey, esrarengiz ustası J.nin tavsiyesine uyup, “Gönlünün onu çektiği yere,” gitmektir...

Rastlantılar Coelho’yu Rusya’ya savurur. 9288 kilometrelik yolu, bu uçsuz bucaksız ülkeyi, baştan sona trenle kat etmeye karar verir. Daha ilk durağından itibaren manevi bir arayışa dönüşen bu yolculukta ona üç kişi eşlik eder: Bir Tao ustası, Rus yayıncısı ve en ilginci, yetenekli bir keman virtüözü olan, sıra dışı genç bir Türk kadını; Hilal...

Coelho, son romanı Elif’le, bir kez daha hayatı güzelleştiren hazineleri ve mucizeleri kutluyor. Zamanın, mekânın, yaşadığımız başka hayatların dışında bir yerde, katıksız “aşk”ın peşinde, ruhun upuzun yolunu kat ediyor.
Ama bu kez, bizlere çok tanıdık gelen duraklardan geçerek...
“Coelho’nun kitapları, milyonların hayatına büyü katıyor.”

London Times

3 Ekim 2012 Çarşamba

YAŞAR KEMAL


Yaşar Kemal, yazmaya nasıl başladığını ve son romanını anlatıyor.



Yaşar Kemal, yazımı 8 yıl süren Çıplak Deniz Çıplak Ada için: “Bu dörtlü belki de roman gibi roman değildir, acılarımı, üzüntülerimi, öfkemi, sevinçlerimi, sevgimi döktüğüm belki başka bir anlatım çeşididir” diyor.

Sağlık durumu nedeniyle röportaj kabul etmeyen yazar, Yapı Kredi Yayınları’na genel bir röportaj verdi:

Sizi yazmaya iten neydi? Ne zaman ve nasıl yazmaya karar verdiniz?
Ben edebiyata çocukken başladım. Çocukluğumda bizim köye çok aşıklar, destancılar gelirdi. Onlara çok meraklıydım. Köye her destancı geldiğinde ben onun yanındaydım, sonra onlar gibi şiir söylemeye başladım. Köyün kayalık dağına çıkar dağ üstüne, çiçekler üstüne türküler söylerdim kendi kendime. Epopenin kırıntıları bile olsa hala yaşadığı böyle bir dünyada büyüdüm. Eğer modern edebiyatla karşılaşmasaydım – ki karşılaşmam tesadüftür – bir destancı olurdum. On altı ya da on yedi yaşlarımda folklor derlemelerine başladım. Bir de tekerlemeler, destanlar, masallar derledim.

Okulu bırakınca Ramazanoğlu Kütüphanesinde çalışmaya başladım, habire okudum. Biz Cumhuriyet sanatçıları Tercüme Bürosunun çevirdiği dünya klasikleriyle yetiştik. Tercüme Bürosundan gelen kitapları okuyordum, klasikleri, dünya romanlarını, tarih kitaplarını okuyordum.

Benim ustalarım, benim toprağımın sözlü edebiyatıdır. Stendhal, Tolstoy, Gogol, Dickens de benim kaynaklarımdır. Bir romancı Faulkner’i, Kafka’yı, klasikleri, hem Batı hem de Doğu ustalarını özümsemeden nasıl roman yazabilir?

Bana hep sordular, sen romanı niçin yazıyorsun? Bilemem dedim, bilsem de söyleyemem. Bir tek şey biliyorsam o da yaşamım boyunca bir tek düşüm olduğu, bundan sonra biraz daha, biraz daha güzel yazabilmek.

Okuduğunuz ilk roman neydi?
İlk okuduğum roman Alphonse Daudet’nin Le Pe­tit Chose idi. Daudet’nin torununun Ceyhan’da bir çiftliği bir de küçük fabrikası vardı. Kitabı da Amasya’da bir öğretmen çevirmişti. Ondan sonra da Kerem ile Aslı’yı okudum. Beni ilk etkileyen kitap Don Kişot oldu. Onu okuduğum­da on yedi yaşındaydım. Daha önce Don Kişot’tan parçaları bi­zim ilkokul kitabında okumuştum ama, işte öyle, pek ciddi­ye almamıştım. Don Kişot’u okuyunca yeni bir dünya buldum. Günlerce etkisinde kaldım. Cervantes bütün insanlığımı, yü­reğimde sakladığım birçok gizi açıklamıştı. Bir karanlığa gö­mülmüş, sonra da içimde bir yücelme olmuştu.

Bir Ada Hikayesi’ni yazma fikri ilk ne zaman ve nasıl oluştu?
Bizim köyümüzde okul yoktu. İlkokulu okumak için Kadirli’de bir akrabamızın evine gittim. Bir süre orada kaldım. Ama o evde kalmak istemediğim için okula kendi köyümden yürüyerek gidip gelmeye başladım. Yürürken hep bir köyden geçiyordum. Bu köyle ilgili bazı şeyler duymuştum. Bu bölgeye yabancı insanlar gelmiş, yerleşmişler. Sıtmadan ölmüşler, etraftan çeşitli kötülükler görmüşler. İlkokulun sonuna kadar o köyden hep geçtim. Hep hikayelerini duydum, dinledim. Biraz büyüdüm, ilkokulu bitirdim. Köyün önünden tekrar geçtim. Büyük bir baca gördüm. O bacayı Ceyhan ırmağından topladıkları taşlarla yapmışlar. Kalın yüksek bir baca…

Ortaokula geldiğim zaman Hemite köyünde babamın akrabalarından annemin de arkadaşı bir kadın bana o köyde ne olduğunu anlattı. Birlikte ormanın içine gezmeye gittik. “Bak oğlum” dedi ve devam etti: “Burada göçebeler, mübadiller vardı. Bunlar Yunanistan’dan gelen Türkler’di. Böyle üç köy vardı Anavarza’nın yanında. Çok güzel köyler.”

Bu köyü, hikayesini öğrendim. O köye yerleştiklerinde çok güzel evler yapmışlar, köyü güzelleştirmişler. Etraftaki köylüler bu insanlara zulüm yapmışlar. Bu insanlar “Bir gün gideceğiz” deyip gitmişler. 15, 16 yaşıma geldiğimde bu insanların nereye gittiklerini bulmaya çalıştım. Bulamadım. Bulamadığıma çok üzüldüm.

Abidin Dino’ya bu Çukurova’daki köyün, mübadillerin hikayesini anlattım. “Ne duruyorsun, en güzel konu bu. Bunu şimdiye kadar hiç kimse doğru dürüst yazmadı. Doğru dürüst diyorum ama belki de kimse yazmadı” dedi. Abidin Bey Yunanca bilirdi, İngilizce, Fransızca, Rusça bilirdi. Eh bir de resim yapmasını bilirdi.

Ben Bir Ada Hikayesi romanlarımda mübadeleyi yazdım. Benim için mübadele sadece bu romanlarda anlattığım mübadele demek değil. Benim ailem de mübadele yaşamış. Ruslar Van’a geldiği zaman bizimkiler sürgün olmuşlar. Bütün Anadolu’da gezmişler, Çukurova’da bu köye yerleşmişler. Bu mübadele hikayesini bu hırsla yazdım.

Çıplak Deniz Çıplak Ada’nın editörlerinden Güven Turan “Dörtleme hem bir Yaşar Kemal klasiğidir hem de diliyle, yarattığı kişilerle, yarattığı doğayla Yaşar Kemal’in romancılığında önemli bir yeniliği işaret eder. Yaşar Kemal, mitos yaratıcısıdır… Ağıtların diliyle, kendi özgün dilini (hiçbir yazara benzemez ve asla taklit edilemez) harmanlamış, çeviride bile yitmeyen anlatısını kurmuştur” diyor. Bunun için ne söylemek istersiniz?

Son romanım dört kitaplık “Bir Ada Hikayesi”, kendi dilini de kendisi getirdi, yazdığım dört kitapta bana yazmaktan başka bir şey kalmadı diyemeyeceğim. Bir roman yaratılırken dil önemli de, dilden bile önemli başka ögeler de vardır, romandaki tiplerin özsel durumları, içinde bulundukları durumlara karşı tutumları. Bir romancı hangi olayı yazmışsa, yazmak kimi romancılar için bir mutluluktur, o konu, oradaki insanların tutumları, durumları, onu yürekten kavramıştır.

Yunanistan’dan gelenlerin başlarından geçenleri, savaşlardan dolayı yurtlarından olanları, Balkan, Doğu Anadolu, Karadeniz göçmenlerinin derin acılarını yaşadım. Bir romancının romanlarında o romancının hangi sebeplerden yazdığı belli olur. Bu roman benim çocukluğumdan bu yana gelen maceramdır. İnsanın toprağından ayrılmasının ne menem bir bela olduğunu hep canevimde duydum, onun ağıtları, destanlarıyla büyüdüm, “haribé vay haribé!” Bu roman da Dağın Öte Yüzü üçlüsü gibi yaşamım ve tanıklığımdır.

Dört cildin tamamının yazımı ne kadar sürdü?
1996 yılında Bir Ada Hikayesi’nin ilk kitabını yazmaya başladım. Çıplak Deniz Çıplak Ada’nın yazımı 8 yıl sürdü. Bugüne kadar hiçbir romanımı 8 yılda yazmadım. Yazmaya başladığımda hastalandım ancak ne olursa olsun bitireceğim dedim.

Bir Ada Hikayesi kaç dilde ve hangi ülkelerde yayımlandı?
Bir Ada Hikayesi kitapları Almanya, Fransa, Yunanistan ve İtalya’da yayımlandı. İran ve benim bilmediğim başka ülkelerde de kitaplarım çevrilip yayımlanıyor. Telif yasası olmadığı için izin almadıkları gibi, bir kopya dahi yollamıyorlar. Ancak bir arkadaşım bana gönderirse haberim oluyor.

Bir Ada Hikayesi’nin her bir cildini, diğer romanları yazarken yaptığınızı söylediğiniz gibi, önce kafanızda mı yazdınız?
Bütün kitaplarımı yazmadan senelerce önce düşünürüm. Çocukluğumda düşündüğüm bir mesele var, bugünlerde yine onu düşünüyorum – orman sorunu… Aklımda başka konular da var. Onlardan biri iki kadınla ilgili. Osmanlı zamanında kahramanca çalışmış bu kadınlar.

Romanlarınızda genellikle hep bir toplumsal değişim sürecinden bahsediyorsunuz. Eskiye göre artık her şey çok daha çabuk kabuk değiştiriyor, başkalaşıyor. Bu durum sizi rahatsız ediyor mu?
Hep değişimler yazmadım mı? Demirciler Çarşısı Cinayeti, Yusufcuk Yusuf, Binboğalar Efsanesi, “en çok bu romanı yazdığımdan mutluyum” ya ilk romanım olan Höyükteki Nar Ağacı, Al Gözüm Seyreyle Salih, şimdi de Bir Ada Hikayesi… Daha sayabilirim. Bundan sonra da elbette değişim romanları yazacağım. Değişim, bugünkü bilgilerimize göre insanın, dünyanın, evrenin bir gerçeği değil mi?

Çağımızda dünya her yönüyle kabuk değiştiriyor. Değerler alt üst olmuş. İnsanı insan yapan bir çok değer yok oluyor. Ben çoğu kez yılanın kabuk değiştirmesini örnek veririm çünkü yılanın kabuğundan sıyrılması inanılmayacak kadar zor bir iştir, yürek paralar. Yılan kabuğunu değiştirirken yerine başka bir kabuk gelir, eskisini atıp gider yaşamını sürdürür. Ölen değerlerin yerine ise o çapta bir değer gelmiyor. İnsan bu değişimin acısını yürekten duymaz olur mu? Bugünkü dünya düzeni dünyamızı bitirebilir. Doğa kırımı, savaş kırımlarıyla başa baş gidiyor. Savaş ve doğa kırımı sürdüğü sürece insanlığın sonu gittikçe yaklaşıyor korkarım

Romanlarınızın genel konusu Çukurova’yken, bu romanda mübadeleye nasıl geçtiniz? Karşılıklı olarak yerlerinden edilmiş insanların mutsuzluğu ve tedirginliğinin bir romancı olmanın dışında, sizin hayatınızla da paralelliği var mı?
Amerika’da katıldığım bir konferansta dinleyiciler arasından büyük bir yazar “Neden hep Çukurova’yı yazıyorsun?” dedi. “Ben sadece Çukurova’yı yazmıyorum ki” dedim. Durdum bekledim. “Neyi yazıyorsun başka?” dedi. “Hayır, Çukurova’yı yalnız ben yazmıyorum. Tolstoy yazıyor, Dostoyevski yazıyor.” Çukurova’sını yazmayan hiçbir yazar büyük romancı olamaz. Hatta ben yazarım diyorsa da, yazar değildir. Ben Çukurova’yı herkes kadar yazdım. Stendhal da kendi Çukurova’sını yazmıştır. Yukarıda da anlattığım gibi benim ailem de bir mübadele yaşadı. Benim de yaşadığım bir mübadelem var. Benim anlattığım Çukurova’da mübadele de var.

Genellikle romanlarınızı insanları umuda sürükleyecek bir sonuçla bitiriyorsunuz. Bir Ada Hikayesi dörtlüsü de böyle mi bitiyor?
Bir yazarın sorunu yalnızca umut vermek değildir. İnsanların yaşadığı derin ve birbirinden farklı sorunlar vardır. Onun için bir yazar insanların macerasını çok iyi bilmelidir. Ancak insanların macerasını çok iyi bilen bir yazar iyi bir yazardır. Bu romanın bitişi yazara ait bir bitirmedir. Yazar böyle bitirmek istemiştir. İnsan çok zengindir, başka bir yazar başka türlü bitirecektir.


MİKRO KREDİ NEDİR?

MİKRO KREDİ, YOKSULLUĞUN KARANLIĞINA PENCEREDEN GELEN IŞIK


Hiç yoksul oldunuz mu? Öyle böyle değil. Açlık kaygısı ve yarın ne yiyeceğim düşüncesiyle uykuya daldınız mı? Yoksulluğunuza rağmen, daha fakirlere merhametle gezdiniz mi sokaklarda ve yine de çalmadan, çırpmadan, onurunuzla, dilenmeden yaşadınız mı?

Fakirlik utanılanıcak bir şey değildir. Ama giderilebilecek bir şeydir. Bir zamanlar Hindistan’da bahçeler ve saraylar içinde yaşayan racaların halkın kullandığı metal parayı hiç görmemiş, dokunmamış olmakla övündüklerini okuduklarımızdan hatırlıyoruz. Dünya kuruldu kurulalı, insanların istekleri ve eldeki imkanların dağılışı arasında yoğun bir mücadele yaşanmış.

Günümüzde ise küreselleşme ile birlikte, fakir 3. Dünya ülkeleri ile Modern G-8 ülkeleri arasında artık kapatılamaz bir uçurum var. Öyle ki Afrikalı yoksul bir çocuğu alıp Avrupa’da bir gün geçirmeye zorlasanız, playstationlar, metrolar, uçaklar, fastfood beslenme vs. ile çok ciddi bir kültür krizi geçirecektir.

Hep söylenen “Balık vermek yerine, balık tutacak malzemeyi, bilgiyi vermek” ise nedense bunca yıldır işlemiyor. Fakirliğin olduğu her yerde, büyük savaşlar, örgütler, köktendinci ve etnik kökenli çatışmalar alabildiğine sürüyor. İnsanlar susuzlukla, bir dilim ekmek bulmakla, çekirge sürüleriyle ve salgın hastalıklarla mücadele ederken bir yandan işsizlik tüm umutları yok ederken bu çeteler isyan halindeki çocuk ve gençlere hayal bile edemeyecekleri, yiyeceği, sahiplenmeyi ve gücü, intikamı öneriyor.

Elbette zenginlik herşeyin çözümü değil. Ama insanca bir yaşam bir çok şeyin çözümü.

Bu çözüm yolunda Mikrofinansdan bahsedecek olursak;

Türkiye Grameen Mikrofinans Programı, 2003 yılında ilk olarak Diyarbakır’da başladı. 2012 yılına kadar 58 bin kadına 138 milyon kredi dağıtıldı. Hem de tek bir sözleriyle… Canını dişine takan kadın, kredisini son kuruşuna kadar ödedi.
Kredi dönüş oranı yüzde 100 oldu. “Bazen ödemelerde aksamalar olabiliyor ama bu ya hastalıktan ya da işlerin aksamasından kaynaklanıyor.

Teminata dayalı klasik bankacılık anlayışının tam tersi bir uygulamayla teminatsız kredi veren bir kurumdur. Hedef kitlesi özellikle yoksul kadınlardır.

Kurucusu Bangladeşli Muhammed Yunus, bu projesi nedeniyle 2006 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştür. 24 Mart 2008 tarihli Time dergisinin kapağında, ”Dünyayı değiştiren 10 fikirden biri” olarak tanımlanan uygulama, Yunus’a ABD Başkanı Obama tarafından verilen Özgürlük Madalyası’nı da kazandırmıştır.

Fikri bulan ve uygulamaya geçiren Bangladeşli Muhammed Yunus. Bu fırsatın Türkiye’de sunulmasını, duyulmasını, yayılmasını sağlayan ise Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Aziz Akgül.

Onlar sayesinde, Mikrofinans alan, dünün yoksul, çaresiz, umutsuz kadınları; yarınlara güvenle bakıyor şimdi. Belki bugün kendilerinin ama aslında bir toplumun kaderini değiştirdiklerinin farkındalar veya değiller!

‘AVRUPA BİRLİĞİ ÖDÜLÜ’ TÜRKİYE’YE

Türkiye’de; İstanbul’dan Kars’a, Bilecik’ten Ardahan’a, Burdur’dan Batman’a, Isparta’dan Diyarbakır’a, Balıkesir’den Samsun’a, Kahramanmaraş’tan Şanlıurfa’ya, 61 şehirde 81 şubesi bulunan Mikrofinans sisteminin Kahramanmaraş uygulaması, 2008 yılında 600 proje içinden Avrupa Birliği Ödülü almıştır. Bu güne kadar 58 bin kadına 138 milyon lira kredi verilmiştir.

MİKRO MUCİZE!

Dünya Bankası verilerine göre;
Dünyada 1,5 milyar insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Türkiye’deyse ailelerin yaklaşık yüzde 11’i açlık, yüzde 33’ü yoksulluk sınırının altında.

Türkiye’nin kırsalında bu oran biraz daha yüksek; yüzde 15’e yakını açlık, yüzde 40’dan fazlası yoksulluk sınırının altında.
Güneydoğu Anadolu’ya gelince rakamlar daha da vahimleşiyor. Yüzde 18’e yakını açlık, yüzde 60’a yakını yoksulluk sınırının altında.
Kısacası, mikrofinans uygulamasına en fazla ihtiyaç duyan ülkelerden biri Türkiye.

MİKRO KREDİ’NİN ESASLARI

- Kredinin bir insan hakkı olduğu inancına dayanıyor, hiçbir şeye sahip olmayan fakir kadınlara en yüksek önceliği veriyor.
- Kadının sahip olduğu varlıklara değil, geleceğe dönük çalışma azmi ve potansiyelinin değerlendirmesine dayanıyor.
- En fakir olanlar da dahil olmak üzere bütün insanların sınırsız kabiliyetlerle donanmış olduklarına inanıyor.
- İnsanlara hibe ya da sadaka şeklindeki yardımlar vermeye karşı; tersine borç vererek iş sahibi olmasını ve kendi ayakları üzerinde durmasını sağlıyor. Yani balık vermiyor, ilk balığı tutmasına ön ayak oluyor.

DEĞERLERİ

Dürüstlük ve doğruluk
Şeffaflık ve hesap verebilirlik
Disiplin ve dakiklik
Verimlilik ve saygı
Sürekli gelişime açıklık

MİKRO KREDİ NASIL ALINIYOR?

5 kadının bir araya gelerek, “şöyle bir iş yapacağım, bana kredi verirseniz, size olan borcumu öderim” demesiyle başlıyor süreç.
Ardından 1 haftalık eğitimle kadınların kendine olan güvenleri perçinleniyor ve bu sürenin sonunda, yapacakları işe göre kredilerini alıyorlar.

İlk kez başvuranlar, ilk yıl için 100 ila 1000 lira arasında kredi alıyor. 1 yıl vadeli verilen kredisini düzenli ödeyenlerin limiti ikinci yıl 2 bin liraya kadar çıkıyor. Sonraki yıllarda ise katlanarak artıyor.

BANKALAR NE YAPMIYORSA O

Bu kredi sisteminde, kişinin beyanı esas. Bir evrak istenmiyor, teminat ve kefalet aranmıyor, icra ve mahkemeye asla müracaat edilmiyor. Yunus bunu şöyle açıklıyor dünyaya: “Biz klasik bankalar ne yapar diye baktık ve onların yaptıklarının tersinden kurallar oluşturduk. Mikrofinans, tam tersine dönmüş bir bankacılık sistemidir.”

Bu tersine kurallar şöyle işliyor: Mesela, ticari bankalardan kredi alırken ne olur? Ne kadar fazla teminatınız varsa, o kadar fazla kredi alırsınız. Mikrofinans ise ne kadar aza sahipseniz, o kadar fazla önceliğiniz var. Türkiye’de en aza sahip olanlar kim, fakir kadınlar. Dolayısıyla bu sistemin temel felsefesi, “kredi bir insan hakkıdır” ve önceliği hiçbir varlığı ve geliri olmayan fakir kadınlar.

YAPACAĞINIZ BAĞIŞIN ÖNEMİ

Mikrofinans şubeleri, kişi veya kuruluşlardan sağlanan bağışlar ve İl Özel İdaresi Kanunu çerçevesinde sağlanan fonlarla oluşturuluyor. HSBC, Citibank, Whole Planet Foundation, Açık Toplum Vakfı, bazı belediyeler destekliyor. Kaynağın önemli bir kısmı ise bağışçılardan geliyor. Her yeni bağış, yeni bir ya da birçok kadına destek anlamına geliyor. Bazı şubelere, hem işletme, hem de Mikrofinans olarak verilecek finansmanın tamamını sağlayan bağışçıların adı veriliyor.

BALIKESİR ŞUBESİ
Adres: Eski Kuyumcular Mahallesi, Mekik Sokak Özmerkez İş ve Ticaret Merkezi Kat:1 No:111 Balıkesir
Yetkili: Ebru Özalp
Telefon: 02662394095
Skype: tgmp.balikesir.subesi
Eposta: balikesirsube@tgmp.net

BANDIRMA ŞUBESİ
Adres: Hacıyusuf Mah. Hükümet Konağı Zemin Kat Bandırma/Balıkesir
Yetkili: Özlem Bolat
Telefon: 05301439465
Skype: tgmp.bandirmabirimi
Eposta: bandirmabirimi@tgmp.net

GİRİŞİMCİLİK

Garanti Bankası, kadın girişimciler için, eğitimden finansmana uzanan farklı alanlarda, değer yaratan ve destek veren uygulamalarına devam ediyor.

http://www.ajanspress.com.tr/Viewer/Press/NewsViewer.aspx?r=MQ%3D%3D&id=MTk1MTM3NzQ%3D&s=ODIy&t=MTQ1OTI0&b=MTg4ODg5&all=MTk1MTM3NzQ%3D



http://www.garanti.com.tr/tr/kobi/kobilere_ozel/destek_paketleri/kadin_girisimci_destek.page?gbid2=201969

http://www.garantikadingirisimci.com/


LİNKLER

DOĞA İÇİN.......

http://www.greenpeace.org/turkey/tr/
http://www.facebook.com/Greenpeace.Akdeniz.Turkiye
http://www.greenpeace.org/international/en/
https://twitter.com/Greenpeace
http://www.tema.org.tr/
https://www.facebook.com/temavakfi
http://www.yesilbilgi.org/Default.aspx


DERNEKLER.......

http://tgmp.net/
http://tgmp.net/sayfa.aspx?aKat=9
http://www.cydd.org.tr/
http://www.hayatadestek.org/tr/


HABER AJANSLARI.......

http://www.ajanspress.com.tr/index.aspx

GAZETELER.......


GİRİŞİMCİLİK/ İŞ HAYATI.......

http://www.kosgeb.gov.tr/Pages/UI/Default.aspx
http://www.kagider.org/
http://www.genckagider.org/
http://www.garantikadingirisimci.com/
http://www.garanti.com.tr/tr/kobi/kobilere_ozel/destek_paketleri/kadin_girisimci_destek.page?gbid2=201969
http://www.garanti.com.tr/tr/kobi/kobilere_ozel/destek_paketleri/kadin_girisimci_destek.page?gbid2=201969
http://www.ito.org.tr/wps/portal/anasayfa



ATAOL BEHRAMOĞLU


UTANMA DUYGUSUNUN YOKLUĞU




Bir başkasının utanılacak bir davranışına tanık olup kendimizi onun yerine koyarak utandığımız çok olmuştur.
Bu başkasının yaptığı utanç verici davranıştan ötürü kendisinin utanmadığını gördüğümüzde, utanç duygumuza şaşkınlık ve küçümseme de eşlik eder. Utanma duygusu, insanı insan yapan duyguların başlıcalarındandır.

Utanabilme yeteneği bir erdemdir.

Utancımızı dile getirmek ve eğer nedeni kendimizin bir hatası, yanlışı, ayıbı ise bunu açıkça söyleyebilmek, gerekiyorsa özür dilemek bu erdemi daha da büyütür.
Utanma duygusunun yokluğu ise herhalde insana en az yakışacak bir özellik olmalı…
Ben utanç duygusunu, sanırım birçoğumuz gibi, sadece insana özgü sanırdım.
Bazı gözlemlerim, örneğin köpeklerde güçlü bir utanma duygusu olduğunu gösterdi.
Bize belki en yakın bu canlılara çoğu kez haksızlık ettiğimizde kuşku yok.
Fakat bu bir başka konu…

***

Şimdi söyleyeceklerimin bu giriş paragrafıyla ilgisini belki hemen kuramayacaksınız… Fakat ilerdeki satırlarda bu açıklık kazanacak.
Kim olduğu herkesçe bilinen bir siyasetçi, durup dururken, yine herkesçe bilinen ulusal bir marşı diline dolayarak “On yılda neyi ördün, hiçbir şey örmüş değilsin” diye küçümsemeyle seslendi bu marşın ait olduğu döneme ve o dönemin kişiliklerine.
O dönemin kişiliklerinin başında da, bilindiği ve aynı marşta adı anıldığı gibi“Bütün dünyanın saydığı Başkumandan” geliyordu.
Küçümseyici sözlerin, meydan okuyuşun kime yönelik olduğu açıkça ortadaydı.
1933’de Cumhuriyetin kuruluşunun onuncu yılı kutlamaları nedeniyle düzenlenen yarışmada (herhalde Atatürk’ün bilgisiyle ve büyük olasılıkla onun seçimiyle) yarışmayı kazanan marş Behçet Kemal Çağlar ve Faruk Nafiz Çamlıbel’in tarafından yazılmış ve besteyi Cemal Reşit Rey yapmış.
Küçümseyici sözlerin hedefi olan giriş dizelerini anımsayalım:

Çıktık açık alınla on yılda her savaştan
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan
Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan

Söz konusu siyasetçi, bu dizelerde dile getirilen Cumhuriyet coşkusunu küçümsüyor, dolaylı olarak da “Başkumandan” için “o da kim oluyor” demeye getiriyor… Zaten, “demir ağlar” konusunda da, ülkenin demir ağlarla asıl kendi dönemlerinde örüldüğünü ileri sürüyor…

***

Söyleyiş tarzındaki iticilik, çirkin kibir (kibir zaten her zaman çirkindir) bir yana, denebilir ki bir siyasetçinin böyle konuşmaya, kendi dönemini övmeye hakkı vardır. Kendi dönemiyle bir başka dönemi karşılaştırması da doğaldır…
Belki öyle ama, 17 Ağustos’ta bir metro açılışında söylenen bu sözlerin hemen ardından, herhalde bu siyasetçi de içlerinde olmak üzere kimsenin beklemediği bir şey oldu…
Çığ gibi büyüyen bir tepki seli patladı…
Görebildiğim ilk tepki Fatih Altaylı’dan geldi: “İlk On Yıla Laf Söyletmem”(Haber Türk, 19 Ağustos).
22 Ağustos tarihli Cumhuriyet’te “Yanıtı TCDD Arşivleri Veriyor” başlığı ile verilen dökümde, Osmanlı devletinin döşediği 4 bin 559 kilometrelik demiryolu hattına Cumhuriyetin ilanından sonraki 17 yılda 4 bin 78 kilometre daha eklendiği, AKP iktidarının 10 yıl boyunca döşediği rayların ise 1085 kilometre uzunluğunda olduğu, yani Cumhuriyetin ilk dönemlerinde döşenenlerin üçte biri kadar olduğu belirtildi..
Bunu aynı tarihte Sözcü’de Uğur Dündar’ın Turgut Özakman’la yaptığı, “Şu Çılgın Türk’ten Başbakan’a Tarih Dersi” başlığı ile yayımlanan söyleşi…
Aydınlık’ta Tanju Cılızoğlu’nun aynı konuda bir söyleşisi ile Mehmet Akkaya’nın “Cumhuriyetin Demirağları” başlıklı köşe yazısında verdiği çok ayrıntılı döküm, yine Aydınlık’ta 23 Ağustos’ta Nazif Ekzen’in “Türk Kalkınmasının En Güzel Yılları” başlığı ile yayımlanan ve belgelere dayanan son derece bilgilendirici yazısı izledi.
25 Ağustos’ta “İlk Çelik Rayın Öyküsü” başlıklı köşe yazısında Necati Doğruyine belgesel bir döküm verirken ve konuyla ilgili olarak da Bilsay Kuruç’un“Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Büyük Devletler ve Türkiye” adlı kitabının okunmasını önerirken, aynı tarihli Hürriyet’teki köşe yazısında Yılmaz Özdil AKP’nin övündüğü ulaşım yollarının nasıl başta sona yabancı sermayeye bağımlı olduğunu özetledi.
Bunlar, benim görebildiklerim…

***

Denebilir ki, Cumhuriyetin ilk on yılını küçümseyen kişi, bu bilgilere sahip değildi…
Buna, özrü kabahatinden büyük denir ama, geçelim…
Böylece, bilmediğini varsaydığımız bilgileri öğrenmiş oluyor…
Öyleyse?…
Bu “öyleyse”nin yanıtı yazımın başlığında ve ilk paragrafın dadır…


http://www.kemalistler.org/ataol-behramoglu-utanma-duygusunun-yoklugu.html




2 Ekim 2012 Salı

GORKİ (BENİM ÜNİVERSİTELERİM)


*  Ne kılığa girerse girsin Tanrı herkesi tanır.
*  Ban alışılagelmişin üstünde bir eşya yaratabilecek bir odun parçasına bakan marangozlar gibi bakıyorlardı.
*  Bazen zekamın gelişmesini yöneten gücün, bütün ağırlığıyla üstüme çöktüğünü hissediyordum.
*  İnsanın eleştiri hakkı olabilmesi için, bir gerçeğe inanması gerekir.
*  Keskin sözcüklerin altında çoğunlukla zayıf ve iki yüzlü düşünceler yatar.
*  İnsanlar unutmaya avunmaya çalışıyorlar, öğrenmeye değil.
*  Bu gün de halklar düşmanlarıyla birlik olup gerçek dostlarının üstüne yürüyorlar. Ama halklar bunu kendi            rızalarıyla yapmıyorlar, onları bu yola itiyorlar, bunu yapmaya zorluyorlar. Sizin Flavis'unuz benim ne işime yarar.
*  Bu soru karşıma bir duvar gibi dikilmişti: Eğer hayat bu dünyada mutluluğu ele geçirmek için yapılan sürekli bir kavgaysa, acıma ve aşk bu kavganın başarısını engellemekten başka bir işe yarayabilir miydi?
*  İnsanı bağlayabilecek yalnız budur. İnsan hayatı sevmezse, onu anlayamaz da. Hayatın yasası kavgadır diyenler sonunda mahvolmaya mahkum ruhlardır. Tıpkı ateşin ateşle söndürülemeyeceği gibi kötülük de kötülükle alt edilemez.
*  Ve beni dinledikten sonra parmak uçlarıyla masaya vurarak, insanın her yerde insan olduğunu, amacın toplumsal durumu düzeltmek değil, gelecek aşkıyla ruhu yüceltmek olduğunu anlattı.
*  İnsan ne kadar aşağılarda olursa, gerçek hayata, kutsal bilgeliğe o kadar yakın olur.
*  Ama hiç bir şey zamanında varamıyor, ne biriyle ne de diğerleriyle yaşıyor ve tanımadığım güçlü bir elin görünmeyen bir kamçıyla indirdiği darbelerin altında topaç gibi dönüp duruyordum.



http://tr.wikipedia.org/wiki/Maksim_Gorki

11 Eylül 2012 Salı

HÜKÜM MÜEBBET

Dersim Dağlarındaki
Yaban eriğiyle,
Hakkari’deki ahlata
Ayvalık’ın zeytinini
Aşılamak istiyorum.
Ben bahçıvanım arkadaş
Fidan yetiştirmeye
Şemdinli’den, Çukurca’dan
Yüksekova’dan başlamak istiyorum…

Başkale’ye,Silopi’ye
Kızıltepe’ye bahar gelirde
Buzlar erir mi diye beklemeye geldim.
Ben kaynakçıyım arkadaş
Kopan parçaları eklemeye geldim…

Ben öğretmenim
İnsanları renklerine
Ve ırklarına göre ayırmam
Kürt’le Türk’ün,
Çerkez’le Laz’ın ne farkı var?
Arının yaptığı Bingöl’de de
Marmaris’te de baldır
Bana göre Tanrı’nın yarattığı
Her şey kutsaldır…

Kordonboyu’nda
Siirtliyle İzmirli
Kol kola gezmedikce,
Beyoğlu’nda
İstanbulluyla Mardinli
Birlikte dolaşmadıkça
İçim rahat değil,
Muş’ta, Batman’da,
Şırnak’ta doğmak kabahat değil…

Vatanınızsa bu ülkenin toprakları
Üzerinde yaşıyorsanız özgürce
Havasını soluyup
Suyunu içiyorsanız birlikte
Sarılacaksınız birbirinize tabi ki
El ele vereceksiniz elbet
Ben yargıcım arkadaş
Sizi kardeşliğe mahkum ettim
HÜKÜM MÜEBBET…



-Metin Tombul-




YANIKLAR VE YUMURTA AKI



Yumurta akı, yanıklar için mucizevi bir yöntemdir.

Yanan yeri önce sıcaklığı gidene kadar serin suya tutun. Bu, yanmaya devam eden derinin alt tabakalarının da yanmasına engel olacaktır. Sonra yumurtanın beyazını sarısından ayırarak çırpın ve yanan yere sürün. Kuruyan yumurta beyazı yanan yer üzerinde koruyucu bir tabaka oluşturur. Bu çırpılmış yumurtadan yanan yer üzerine tabaka üzerine tabaka oluşturacak şekilde bir saat boyunca sürmeye devam edin. Birkaç saat sonra ağrınız sızınız gidecek, ertesi güne de yanık izi kalmayacaktır. Bir hafta içinde de deriniz normal rengine dönecektir. Yumurtanın beyazı doğal bir kolajendir ve plasenta vitamin bakımından çok zengindir.

Dikkat edilmesi gereken hususlar:

Kötü bir şekilde yanmış olan yere doğrudan, özellikle de soğuk olan su uygulanmaz. Bu tıpkı kızgın tavaya su dökmeye benzer. Onun yerine yanık olan yerin biraz üst kısmından başlayarak, yaralı yerin üzerinden yavaş yavaş geçecek şekilde akıtarak su uygulanmalıdır. Üçüncü derece yanıklarda tıbbi müdahale şarttır.

Yanık dereceleri nelerdir?

Birinci derece yanık: Derinin sadece en üst tabakası etkilenir. Yanan yer kızarır ve şişer. Sızlama şeklinde ağrı yapar.

İkinci derece yanık: Yanık, artık derinin bir alt tabakasına geçmiştir. Deride su toplama, lekeler, şişme ve aşırı derecede ağrı görülür.

Üçüncü derece yanık: Deri yanması alt tabakalardaki kaslara, yağlara, hatta kemiklere kadar uzanmıştır. Dokular kalıcı şekilde tahrip olmaya başlar. Yanan yer bildiğimiz yanık rengi ya da beyaz bir renk alabilir.





7 Eylül 2012 Cuma

TEK BAŞINALIK

Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü biri
Ve hiçbirşey yapmamaya karar verdi

Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü bir öteki
Ve yalnızlığının kuytuluğuna çekildi

Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü bir üçüncü
Ve tek başına düşünmeyi sürdürdü

Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü yüzbinler
Ve tek başınalıklarını sürdürdüler

Ben tek başına ne yapabilirim
Diye düşündü milyonlar
Milyonlarcaydılar

Ve tek başınaydılar
Bu arada birileri
Onlar adına
Karar vermekteydi

Tek başına olduklarını sananlar
Topluca ortadan kaldırıldılar


ATAOL BEHRAMOĞLU



6 Ağustos 2012 Pazartesi

ESMA-ÜL HÜSNA

BERRU C.C.
İyilik ve ihsanı bol olandır.
Kullarına hep iyilik eder,onlar için iyilik diler, hayır murad eder, kullarının da hayır ve iyilik etmelerini ister.


VELİYYÜ C.C.
Sevenlerine yardım eder, velisi olur. Dilediğine arka çıkıp onları kemale ulaştıran.


VEKİLÜ C.C.
Güvenilip dayanılan. Vekil tutanların işini en mükemmel biçimde sonuçlandıran.



4 Ağustos 2012 Cumartesi

“Böcek burger” mi?


Gıda sanayinde görev yapanlar önümüzdeki 5-7 yıl içerisinde et fiyatlarının iki katına çıkacağını ve etin lüks gıdalar arasında yer alacağını belirtiyor. Gıda Uzmanı Morgaine Gaye’e göre et tüketimi giderek zorlaşacak ve böcekler beslenmenin temel maddelerinden biri haline gelecek.

Gıda uzmanının 20 yıl sonrasındaki yiyecek tahminleri korkutan türden. Batı'da çoğu kişinin ucuz ve bol etle büyüdüğünü belirten Gıda Uzmanı Morgaine Gaye "Fiyat artışı nedeniyle eti yeniden lüks gıda arasında görmeye başlıyoruz. Bu nedenle etin yerine geçecek yeni ürünler arıyoruz" diyor.

Gaye, böceklerin beslenmemizde temel maddelerden biri haline geleceğini iddia ediyor. Hollanda'daki Wageningen Üniversitesi'ndeki araştırmacılar böceklerin ete eş değer önemli bir protein kaynağı olduğunu belirtiyor. İnsanların yiyebileceği türden 1,400 böcek bulunuyor ve bunlar sığıra kıyasla daha az masrafla, daha az su tüketerek ve çevreye daha az zarar vererek üretilebiliyor.

Böcekten yapılma burger
Bu böcekler toplayıcılık yaparak beslenenlerin yediği türden ham bir şekilde tabağımıza gelmeyecek tabii. Böcekten yapılma burger ve sosisler görünüm olarak etten yapılanlara benzeyecek. Gıda uzmanı Gaye, çekirge ve cırcır böceklerinin öğütülerek burgerlerde kullanılacağını açıklıyor.


Böceğe yatırım
Hollanda hükümeti böceklerin temel beslenmeye girmesi için ciddi bir para ayırıyor. Araştırmalarda ve böcek çiftliklerini düzenleyecek yasaların hazırlanmasında kullanılmak üzere bir milyon euro ayrıldı.
Dünya nüfusunun önemli bir bölümü gündelik besinlerinin bir parçası olarak böcek tüketiyor. Tırtıl ve çekirge Afrika'da, ağustos böcekleri Tayland'da, yaban arısı ise Japonya'da gözde yemekler arasında yer alıyor.

“Böcek” kelimesine alternatif
Deneysel Gıda Derneği ile ortaklaşa çalışan Gaye, Avrupalılar ve Kuzey Amerikalılar açısından böceklerin imajını değiştirmek gerektiğini, bunun bir parçası olarak “böcek” kelimesi yerine “mini besi hayvanı” teriminin kullanılabileceğini vurguluyor.

Kaynak: ntvmsnbc





http://www.hurriyetaile.com/saglikli-yasam/genel-saglik/bocek-burger-mi_23296.html

KARPUZ'UN FAYDALARI





Yaz aylarının en sevilen meyvelerinden karpuzun önceleri sadece şeker ve sudan ibaret, besin değeri olmayan bir meyve olduğu düşünülürdü. Ancak yapılan çalışmalar karpuzun aslında çok değerli bir meyve olduğunu gösteriyor. Karpuzun faydalarını anlatan Diyetisyen Derya Devrim Dalkılınç, karpuz çekirdeği ile ilgili de açıklamalarda bulundu.

Karpuzun yüzde 92’si su, yüzde 6’sı şekerden oluşur. Karpuz C vitamini, A vitamini ve betakarotenler açısından iyi bir kaynaktır. 150 gram karpuz, günlük C vitamini ihtiyacının yüzde 24.3’ünü, A vitamini gereksiniminin yüzde 11’ini karşılar. Karpuz ayrıca enerji üretimi için gerekli olan B, B1, B6 vitaminleri, magnezyum ve potasyum açısından da zengin bir kaynaktır. Büyük miktarı su olduğu için kalori değeri düşük olan karpuzun, 200 gramında yaklaşık 50 kalori vardır. Bu sebeple kalori başına alınan besin öğesi miktarı fazladır.


Karpuzun Kansere Karşı Koruyucu Özelliği Var
Karpuz domateste de fazlaca olduğu bilinen ve kansere karşı koruyucu bir antioksidan olan likopen içeriği açısından liderdir. Bu güçlü antioksidanlar vücutta biriken serbest radikallerle savaşarak kanser oluşumuna karşı koruyucu etki gösterirler.
Karpuz zengin A,C vitamini betakaroten ve likopen içeriğiyle kalp hastalığı, kolon, meme kanseri, akciğer, prostat kanseri ve yasa bağlı gelişen görme bozukluklarına karşı koruyucu etki gösterir. Osteoartrit, römotoidartrit ve astım hastalıklarının bazı semptomlarını hafifletirler. Çalışmalar yeşil çay ve likopenden zengin besinlerin, birlikte tüketiminin sinerjik etki yaratarak kansere karşı daha güçlü bir koruma sağladığını gösteriyor.

Karpuz Çekirdeği ve Apandisit İlişkisi
Karpuz yüksek kan basıncını da düşürmektedir. Tartışılan bir diğer konu ise karpuz çekirdeği yutmanın apandisit problemlerine neden olup olmayacağıdır. Sindirilemeyen karpuz çekirdekleri çok küçük bir ihtimal de olsa apandisitte tıkanmaya yol açabilir. Ancak bu çok ender rastlanabilecek bir durumdur ve endişe edilmemelidir.


NE ZAMAN DİYET YAPMALIYIZ

Diyete başlamak için Ay takvimini kullanarak Ay fazlarını takip etmeliyiz. Ay, büyüyen ve gelişen her şeyle ilişkili olduğuna göre diyet için uygun zamanı belirlememizde çok önemli bir faktördür. Yeni Ay olduğunda Güneş ve Ay burçlar kuşağında aynı yerdedir. Güneş Koç burcundaysa Ay da Koç burcunda olursa Yeni Ay olur. Bu metodu aklınızda tutarak takip edebilirsiniz.

YENİ AY
Bırakmak istediğimiz alışkanlıklarımız için en uygun zaman Yeni Ay’dır. Özellikle Koç burcundaki yeni Ay enerjisi bu konu için idealdir. Bu dönemde ameliyatlardan uzak durmalıyız çünkü bedenimizin toparlanması oldukça uzun sürecektir.

BÜYÜYEN AY FAZI
Yeni aydan birkaç saat sonra Ay, soldan sağa doğru büyümeye başlar. Ay ışığının büyüme dönemi yaklaşık 14 gün sürer ve ardından Dolunay başlar. Büyüyen Ay, alma ve büyüme fazıdır. Pozitif etkiler toplanır ve depolanır. Dolunay kadar olmasa da duygusal olarak kriz dönemleridir. Bu dönemde bedeni güçlendirecek tüm gıdaları yemeliyiz, bedenimiz sadece ihtiyacımız olanı kullanacaktır.

DOLUNAY
Ay 28 günlük turunun yarısını tamamlar. Dolunay günlerinde trafikte sorunlar, cinayetler, saldırılar yoğunluk kazanır. Negatif enerjiler hakimdir. Bedenimizde yağlanmamızın artacağı günlerdir.

KÜÇÜLEN AY FAZI
Dolunayın hemen ardından ay sağdan sola doğru küçülmeye başlar. Ay ışığını kaybetmeye başlar ve bizler üzerindeki etkileri de değişir. Ay’ın küçülme dönemi yaklaşık 14 gün sürer ve ay bir turunu tamamlamış olur. Küçülen Ay fazında güç ve enerji boşalır, bu faz, verme kapanma ve boşalma dönemidir. Bu fazda bedenimiz güçlüdür ve gücünü kullanmaya hazırdır. Zorlanmadan, efor sarfedebilir diyete başlayabiliriz, bu dönemde sıvı ve toksin atmamız oldukça kolaydır. Dolunay’ın hemen ardından diyete başladığımızda kesinlikle verimli neticeler alırız çünkü kilo alımı bu dönemde yavaşlar ve geriler
.

BURÇLARA GÖRE BESLENME

KOÇ
Genelde kilo alma problemleri olmaz, dönemsel olarak kilo alsalar bile kısa zamanda verirler. Kilolarını dengede tutabilmek için düzenli yemek yemelileri, acele yemek yemeleri kilo dengelerini etkileyen bir diğer faktördür. C vitamini dengesini korumaları gerekir, C vitamini çabuk absorbe edilen ve vücuttan kolay atılan bir vitamindir. Kuşburnu, greyfurt, ananas, portakal, elma ve yeşil sebzeler, potasyum ve fosfat içeren besinler tüketmeliler. Ağır ve yağlı yiyeceklerden uzak durmalılar.

BOĞA
İştahlı bir yapıya sahip olması kilo problemi ve yağlanma yaşamasına sebep olur. Ayrıca vücutları su tutar. Boğa'nın gerekli tuzu sodyum sülfattır. Bu, vücuttaki su miktarını dengede tutar. Dikkat etmeleri gereken bir diğer konuda tiroit salgılarıdır. Sağlık kontrollerinde buna baktırmaları yararlı olacaktır. Ispanak, deniz ürünleri, badem, üzüm, mısır, bamya, ananas tüketmeliler. Patates cipsleri, tuzlu fıstık-fındık gibi çerezler vücutlarındaki E vitamini eksiltir ve yok eder. Bu tip besinler klorlu maddelerle kaplanarak hazırlanır.

İKİZLER
Sağlıklı bir yaşam için uykularına çok önem vermeliler. Vücudunuz için gerekli madde potasyum klorürdür. Bu kanın sulanmasını sağlar ve pıhtılaşmayı önler. Bu madde en çok kereviz, yeşil fasulye, havuç ve portakalda bulunur. En büyük avantajları sindirim sistemlerinin çok iyi çalışmasıdır. Ayrıca hareketli yapılarından dolayı da kolay kolay kilo problemi yaşamazlar. Yoğurt, ceviz, badem, brokoli, kırmızı et, yumurta sarısı, balık, süt tüketmelidirler. Mayalı yiyeceklerden ve sakatatlardan uzak durmalılar.

YENGEÇ
Yengeç burcunun yöneticisi Ay’dır. Haritalarında Ay açıları bozuk olan kişilerin mideleri ile ilgili problemleri olabilir. Özellikle üzüntülü oldukları dönemde fazla yemek yeme eğilimi gösterirler. Kilo problemini en çok yaşayan burçların başında gelir. Su içmekten hoşlanmayan yengeçlerin bol bol sıvı tüketmeleri, vücutlarındaki sıvı dengesine dikkat etmeleri gereklidir. Mutlaka düzenli olarak spor yapmalılar, vücutlarının kalsiyum florür ihtiyacı vardır. Salatalık, roka, yumurta sarısı ve çavdarları besinleri bu amaçla tüketebilirler. Kızartmalardan uzak durmalılar.

ASLAN
Vücutları için gerekli madde magnezyum fosfattır, bu madde kemikler ve sinir sistemleri için gereklidir. Kalsiyumun vücuttaki dengesini sağlar. Çavdar, kereviz, elma, incir, şeftali ve limon suyu, muz, balık tüketmeliler. Açık havada sporlarını tercih etmeliler. Yumurta beyazı ve çerezlerden uzak durmalılar.

BAŞAK
Sizin burcunuz, genel sağlığı bağırsakları ve karın kısmını temsil eder. Sinirlendiğiniz anda bağırsak ve sindirim problemleri yaşayabilirsiniz. Bağırsaklarınızı yoran ağır yiyeceklerden kaçınmalısınız. beslenme konusunda da her konuda olduğu gibi sistemli davranın ve öğün atlamadan aynı saatlerde yemek yiyin. Spor yaptığınız sürece kilo problemini kolay kolay yaşamazsınız. Vücudunuz için gerekli madde potasyum sülfattır. Yemeklerinizde kaya tuzu kullanmalısınız. Peynir, zeytin, limon, yağsız yoğurt, süt ürünleri, esmer pirinç, dana eti sofranızdan eksik etmemeniz gereken besinler. Aşırı baharatlı, yağlı ve tuzlu yiyeceklerden uzak durmalısınız. Aksi halde yağlanacak ilk bölge göbeğinizdir.

TERAZİ
Terazi insanlarının metobolizması yavaş çalışır. Baharatlı, soslu, şekerli gıdalara olan düşkünlüğü fazla kilolara sebep olabilir. Sinirlendikleri anda mideleri kazınmaya başlar. Bu nedenle düzenli egzersiz yapmaları şarttır. Vücutlarında asit alkali dengesini korumak için tuzu iyi ayarlamalılar. Sodyum fosfat içeren besinler tüketmeliler. Zararlı maddelerin vücuttan atılmasında önemli rol oynar. Şeker ve karbonhidrat içeren besinlerden uzak durmalılar. (Baklagiller, soğan, et, kestane, havuç, tereyağı, sarımsak)

AKREP
Akrep burçları Zodyak’ın gurmeleridir. Kilo problemi ile orta yaştan itibaren karşılaşırlar. Gençlik dönemlerinde de düzensiz yemek saatleri kilo alımına sebep olabilir. Yemek saatleri düzenli olmalı ve öğün atlamamalılar. Vitamin ve mineral dengelerini korumalı siyah üzüm, kayısı, portakal, erik, biber, maydanoz, balık ve lifli sebzeleri sofralarından eksik etmemeliler.

YAY
Burcunuz, kalçalar bacak üstleri ve karaciğeri temsil eder. İyi yemek yapar ve iştahla yersiniz, dolayısıyla da kaslarınızda yağlanma meydana gelir. Özellikle kalça ve baldırlarda sorunlar yaşarsınız. Ağır baharatlı, salçalı yemeklerden, tatlılardan uzak durmalısınız. Taze meyveleri kabuklarıyla birlikte tüketin, B vitamini yönünden zengin, yağsız dana eti, karaciğer ve tahıllı ekmek tüketiniz. Tuz dengesini de korumalısınız.

OĞLAK
Burcunuz, iskeleti dizleri kulak ve deriyi temsil eder. İskeletiniz kemik yapınız oldukça güzeldir. Kilo problemini en az yaşayan burçlardan biridir. Vücudunuzun gerekli maddesi Kalsiyum fosfattır. Lahana, kereviz, yağsız dana eti, inek sütü, peynir, buğday ve incir tüketmeniz gereken besinlerdir. Aşırı tuz ve şekere dikkat etmelisiniz.

KOVA
Burcunuz el ayak bilekleri baldırlar ve dokuları temsil eder. Egzersiz ve spor kilonuzu dengede tutabilmek sağlıklı kalabilmek için çok önemlidir. Vücudunuz için gerekli madde sodyum klorür yani bildiğimiz sofra tuzudur. Yemeklerinizde öğütülmüş kaya tuzu kullanmalısınız. Bu tuz dokulardaki suyun miktarını ayarlar. Turp, ıspanak, semizotu, lahana, marul, mercimek, elma, şeftali sofranızdan eksik etmemeniz gereken besinlerdir. Yaşam boyu kalsiyum magnezyum fosfor ve potasyum alımına dikkat edilmelidir.

BALIK
Burcunuz ayakları temsil eder. Güzel yemek yemekten hoşlanırsınız. Su tutan bir bünyeye sahipsiniz. Sinir sisteminiz çok hassastır ve yaşadığınız ruhsal dalgalanmalar bünyenize yansır. Vücudunuzun demir, biotin ve fosfora ihtiyacı vardır. Yiyeceklerinize dikkat etmelisiniz, dengeli ve yeterli beslenmeniz kilo problemine karşı en iyi önlemdir. Metabolizmanız hızla kilo verir ve geri alır. Bunun sebebi vücudunuzda oluşan ödemlerdir. Bol su içmeli ve tuz dengesini yaşam boyunca ayarlamalısınız. Peynir ürünleri, yeşil yapraklı sebzeler, badem, ciğer, baklagiller sofranızdan eksik etmemeniz gereken besinlerdir. Yağlı ve tuzlu yiyeceklerden uzak durmalısınız.

KURŞUN KALEME ÖĞÜTLER

Kurşun kalem yapan yaşlı bir adam, kalemleri satıcıya verilmek üzere kutuya koyarken içlerinden birini kenara ayırdı. "Seni dışarıdaki dünyaya göndermeden önce, sana söylemek istediğim beş şey var. Olabileceğin en iyi kalem olmak istiyorsan, bunları hiç unutma ve daima hatırla" dedi.
  1. Pek çok şey başarabilirsin hayatta; ancak bunu yapabilmek için öncelikle kendini, seni kullanmayı bilen bir kişinin ellerine almasına izin vermelisin.
  2. Zaman zaman ucunu açmak isteyecekler ve bu sana acı verecek; fakat daha iyi bir kalem olmak için buna katlanmalısın.
  3. Yaptığın yanlışları düzeltme, yeniden yazma fırsatın olacak daima. Bu fırsatı kaçırma.
  4. Unutma, en önemli parçan taşıdığın kurşun, yani içinde yer alan.
  5. Üzerinde dolaştığın her yüzeyde bir işaret bırakmalısın, durum ne olursa olsun yazmaya devam etmek için.

3 Ağustos 2012 Cuma

UNUTMAYALIM


  • Ederinden fazla değer, soytarıyı kral eder.
  • Mutlu olmak istiyorsan bir amaca bağlan, insanlara yada eşyalara değil.
  • Ayıpsız dost arayan, dostsuz kalır bu cihanda.

29 Temmuz 2012 Pazar

HASTA HAKLARI VE SORUMLULUKLARI

HAK NEDİR?
İnsan, sadece insan olmasından dolayı doğuştan bazı hakları kazanarak dünyaya adımını atmaktadır. Hak kavramı evrensel bir kavramdır. Hak; "hukuk kurallarının kişilere tanıdığı yetki" olarak tanımlanabilir.

İNSAN HAKLARI NEDİR?
İnsan haklarını kısaca; "tüm insanların her açıdan doğuştan eşit ve özgür olması" diye tanımlayabiliriz. Söz konusu bu özgürlük, başkalarının haklarına saygılı olmak ve bu hakları çiğnememe zorunluluğuyla dengelenmiştir. Hasta haklarıda temel insan haklarından birisidir.

HASTA HAKLARI NEDİR?
Tıbbi yardım talep eden ve bu amaçla bir sağlık kuruluşuna başvuran bir insanın o sağlık kuruluşunda kendisine verilen bütün hizmet süreci içerisinde haklarının korunması adına yapılan uygulamaların tamamıdır.

HASTA SORUMLULUĞU NEDİR?
Son dönemde hasta haklarının yanında bir de "hasta sorumluluğu" kavramı ortaya çıkmıştır. Bir yerde hak varsa hemen yanı başında sorumluluklar da vardır. Hasta sorumluluğu; hastanın bir sağlık kuruluşuna başvurmadan ve başvurduktan sonraki süreçte yerine getirmesi gereken ödev ve yükümlülüklerdir.

HAKLARIMIZ

HİZMETTEN GENEL OLARAK FAYDALANMA:
Adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde sağlık hizmetlerinden faydalanma, ırk, dil, din ve mezhep, cinsiyet, felsefi inanç, ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınmadan hizmet alma hakları vardır.

BİLGİLENDİRME VE BİLGİ İSTEME:
Her türlü sağlık hizmetinin ve imkanının neler olduğunu öğrenmeye ve sağlık durumu ile ilgili her türlü bilgiyi sözlü veya yazılı isteme hakkı vardır.

SAĞLIK KURULUŞUNU VE PERSONELİ SEÇME VE DEĞİŞTİRME HAKKI:
Sağlık kuruluşunu seçmeye, değiştirmeye ve seçtiği sağlık tesisinde verilen sağlık hizmetlerinden faydalanmaya, sağlık hizmeti verecek vermekte olan tabiplerin ve diğer sağlık çalışanlarının kimliklerini, görev ve unvanlarını öğrenmeye seçme ve değiştirmeye hakkı vardır.

MAHREMİYET:
Gizliliğe uygun bir ortamda her türlü sağlık hizmeti almaya hakları vardır.

REDDETME; DURDURMA VE RIZA:
Tedaviyi reddetmeye, durdurulmasını istemeye, tıbbi müdahalelerde rızasının alınmasına ve rıza çerçevesinde hizmetten faydalanmaya hakkı vardır.

GÜVENLİK:
Sağlık hizmetlerin güvenli bir ortamda almaya hakkı vardır.

DİNİ VECİBELERİNİ YERİNE GETİREBİLME:
Sağlık tesisinin imkanları ölçüsünde ve idarece alınan tedbirler çerçevesinde, dini vecibelerini yerine getirmeye hakkı vardır.

İNSANİ DEĞERLERE SAYGI GÖSTERİLMESİ, SAYGINLIK GÖRME VE RAHATLIK:
Saygı, itina ve ihtimam gösterilerek, güler yüzlü, nazik, şefkatli,bir ortamda, her türlü hijyenik şartlar sağlanmış gürültülü ve rahatsız edici bütün etkenler giderilmiş bir sağlık hizmeti almaya hakkı vardır.

ZİYARET VE REFAKATÇİ BULUNDURMA:
Sağlık tesislerince belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde ziyaretçi kabul etmeye ve mevzuatın ve sağlık tesisinin imkanları ölçüsünde ve hekimin uygun görmesi halinde refakatçi bulundurmaya hakkı vardır.

MÜRACAAT, ŞİKAYET VE DAVA HAKKI:
Hakların ihlali halinde, mevzuat çerçevesinde her türlü başvuru, şikayet ve dava hakkını kullanmaya hakkı vardır.


SORUMLULUKLARIMIZ

GENEL SORUMLULUKLAR

  • Kişiler kendi sağlığına dikkat etmek için elinden geleni yapmalı ve sağlıklı bir yaşam biçimi için verilen tavsiyelere uymalıdır.
  • Kişi uygunsa kan verebilir yada organ bağışında bulunabilir.
  • Basit durumlarda kişiler kendi bakımların yapmalıdır.
SOSYAL GÜVENLİK DURUMU

  • Hasta, sağlık, sosyal güvenlik ve kişisel bilgilerindeki değişiklikleri zamanında bildirmek zorundadır.
  • Hasta; sağlık karnesinin vizesini zamanında yaptırmak zorundadır.
SAĞLIK ÇALIŞANLARINI BİLGİLENDİRME

  • Hasta, yakınlarını, daha önce geçirdiği hastalıkları, yatarak herhangi bir tedavi görüp görmediğini, eğer varsa halen kullandığı ilaçları ve tüm sağlığıyla ilgili bilgileri tam ve eksiksiz vermelidir.
HASTANE KURALLARINA UYMA

  • Hasta; başvurduğu sağlık kuruluşunun kural ve uygulamalarına uymalıdır.
  • Hasta; Sağlık Bakanlığı ve diğer sosyal güvenlik kurumlarınca belirlenen sevk zincirine uymalıdır.
  • Hastanın; tedavi bakım ve rehabilitasyon süresince sağlık çalışanları ile işbirliği içinde olması beklenir.
  • Hasta; randevulu hizmet veren bir sağlık tesisinden yararlanıyorsa randevunun tarih ve saatine uyması ve değişiklikleri ilgili yere bildirmesi gerekir.
  • Hasta; hastane personelinin diğer hastaların ve ziyaretçilerin haklarına saygı göstermelidir.
  • Hasta; hastane malzemelerine verdiği zararları karşılamak zorundadır.
TEDAVİ İLE İLGİLİ ÖNERİLERE UYMA

  • Hasta; tedavi ve ilaçlarla ilgili tavsiyeleri dikkatle dinlemeli ve anlayamadığı yerleri sormalıdır.
  • Hastanın; tedavisi ile ilgili önerilere uyum sağlayamama durumu söz konusu ise bunu sağlık çalışanına bildirmesi gerekir.
  • Hasta; sağlık, bakım ve taburculuk sonrası bakım planını beklendiği gibi doğru anlayıp anlamadığını belirtmesi gerekir.
  • Hasta; uygulanacak tedaviyi reddetmesi veya önerilere uymamasından dolayı doğacak sonuçlardan kendisi sorumludur.






25 Temmuz 2012 Çarşamba

RENKLER VE ETKİLERİ
SARI VE MOR


http://dilekguven.blogspot.com/p/dekorasyon-adina-hersey.html


SOSYAL JET-LAG

Siz de kendinizi hafta içi çok yorgun hissediyorsanız, özellikle pazartesi sabahları yataktan kalkmaya zorlanıyorsanız bunun sebebi “Pazartesi sendromu” değil, “Sosyal jet-lag” olarak tanımlanıyor. Bu durumun ayrıntılarını Fizyoterapist Ebru Albayrak Sidar anlatıyor.

Kişinin biyolojik saat düzeninin bozulması, uzun uçak yolculuklarından sonra yaşanan halsizlik “Jet Lag” olarak adlandırılan durumla sonuçlanıyor. Benzer şekilde uyku düzeninin bozulması, uykusuz geçen geceleri de “Sosyal jet-lag” olarak adlandırıyoruz.

Yapılan araştırmalar sonucunda uzmanların iddiasına göre hafta sonunda fazla uyuyanların kendilerini yeniden toparlamaları hafta ortasına kadar sürebiliyor. Bunun sonucunda da tüm hafta kötü geçiyor ve sosyal jet-lag yaşanıyor.

Sosyal jet-lag, hafta içi sağladığımız uyku düzeninin, özellikle hafta sonları değişmesi, geç saatlerde yatağa girerek ertesi gün öğlen saatlerine kadar uyunması nedeniyle hepimizin başına gelebiliyor.

Sosyal ve psikolojik tepkilerimiz değişiyor

Düzenin değişmesinin ardından pazartesi günü yeniden işe dönmek üzere erken kalkmamız gerektiğinde sosyal jet-lag oluyoruz ve bu durum sadece vücudumuzun biyolojik durumunu değil, sosyal ve psikolojik tepkilerimizi de değiştiriyor.

Kilo alıyoruz

Örneğin; uykusuz geçen bir gecenin ardından tokluk hissedilmesini sağlayan hormonların düzeni bozuluyor ve çok daha fazla yemek yeme ihtiyacı duyulup kilo alınıyor.

Konsantrasyon sorunuyla karşılaşıyoruz

Yapılan araştırmalar, beyindeki sinir hücrelerinin bir saniye gibi kısa sürelerle kapalı moda geçtiğini, bu kısa süreli durumun uyanık kalmaya çalıştıkça sıklığını artırdığını da gösteriyor. Bu kapalı mod durumu, uykusuz kalan kişilerin konsantrasyon problemleri yaşamasının sebebi olarak görülüyor.

Öfke problemi ve kararsızlık yaşıyoruz

Benzer şekilde öfke problemi ve karar verme mekanizmasındaki değişiklikler de araştırmalar sonucu uykusuzluğun sosyal ve psikolojik etkilerinden. Örneğin, uykusuz kişiler risk almaya daha müsait hale geliyor.

Gereğinden fazla enerji harcıyoruz

Sosyal jet-lag’in bir diğer belirtisi de yorgunluk ve bitkinlik hissi. Bunun sebebi uykusuz geçen bir gecede vücudun 3,2 km yol yürüyen bir kişi kadar enerji harcıyor oluşu. Sosyal jet-lag yaşayıp da bu sorunlarla karşılaşmamak için günde ortalama 8 saat uyumak ve uyku ve uyanıklık saatlerinde önemli değişiklikler yapmamak gerekiyor.